ANA SAYFA

ISLAM HUKUKU

AKADEMIK MAKALELER

MAKALELER 2

AKADEMIK MAKALE OZETLERI

TARTISMA ALANI

ZIYARETCI DEFTERI

FOTOGRAFLAR

AKADEMIK MAKELELER



AKADEMIK MAKALELER
Image Hosted by ImageShack.us

 Bu bolumde, Islam Hukuku ile ilgili benim ve yazi gonderen diger akademisyen arkadaslarin makalelerini bulacaksiniz.

  HALIFELIK
Imamet yada hilafet denilen devlet baskanligi kurumu Hz. Peygamberin hemen vefatindan sonra ortaya cikmis, yuzlerce yil Islâm toplumlarini ve Islâm alimlerini mesgul etmis bir problemdir. Hatta denilebilir ki gunumuzde de bu kurumu problem olarak kabul edenler vardir.
Oncelikle sunu belirtmek gerekir ki halifelik (hilafet/imamet) adi verilen bu kurumun Islâm ile yani din ile bir iliskisi yoktur. Devlet baskanligi kurumunu ifade etmekte kullanilan, tamamen siyasal alana ait olan bu kavram vahiy doneminin hemen ardindan gundeme gelmis bir kurum oldugu icin, onunla ilgili olarak ne Kur’an’da ne de sahih Sunnet’de bir hukum bulunmamaktadir.
Nedir halifelik? Hz. Muhammed’in vefatindan sonra meydana gelen yonetim boslugunu doldurmak icin sahabîlerin Beni Saide Golgeligi denilen yerde Hz. Ebu Bekir’i yonetici secerek, kendisine “Halifetullah” (Allah'in halifesi) demelerinden pesinden onun “Ben Halifetullah degil, Halifetu Resulillah’im” demesinden sonra bu adla anilmis, o donemin Arap-Islam toplumunun, geleneklerinden kalma yontemlerle icat etmis olduklari yonetim sistemidir sistemdir.
Islâm toplumlarinda devlet anlayisi, peygamberin vefatindan sonraki donemlerde, mezhep alimleri tarafindan sekillendirilmis ve ortaya konulmustur. Devlet anlayisinin etrafinda sekillendigi, siyaset felsefesinin de uzerine bina edildigi bir konu olan imamet muessesesi de, vahyin suregeldigi bir ortamda ortaya cikan bir kurum olmadigi icin bununla ilgili dusuncelerin de sonraki donemlerde sistematize edilmis oldugu soylenebilir. Bu, peygamberden sonra ortaya cikan devlet baskanligi meselesinin, yine peygamberden sonra gelen nesillerin sosyal hayata bakis acilarina, alimlerin dusuncelerine gore cozumlenmeye calisilmis oldugu anlaminda degerlendirilebilir.
Gercekten de devlet baskanligi; kitap ve sunnetin nasslarinda, hakkinda kesin ve baglayici hukumler bulunmayan ve peygamberin vefatindan sonra ortaya cikmis olan bir kurumdur. Her ne kadar Kur’an-i Kerîm’de bazi devlet baskanlarindan bahsediliyor olsa da (msl. Bkz. BAKARA, 2/102; BAKARA, 2/251; A`RAF, 7/103; KEHF, 18/83-98), peygamberden sonra Islâm ummetinin basina gececek kimsenin nasil ve ne sekilde bu goreve gelecegi konusunda herhangi bir bilgiye rastlanilmaz. Ayrica Hz. Peygamber(S.A.S.)’in sunneti ve hadislerinde de kendisinden sonra Islâm ummetinin idaresinin nasil olacagi, yonetime kimin gececegi hakkinda malûmât bulunmamaktadir. Islâm hukukunun bu iki temel kaynaginda, devlet baskanligi kurumu konusunda bilgi olmamasini, konunun dinî niteligi haiz olmadigi ve ummetin re’yine birakilmis oldugu seklinde degerlendirmek mumkundur. Yani devlet baskanligi kurumunun, dinin asillarina iliskin bir problem olarak degil, toplumun maslahatiyla ilgili fer`î hukukî konulardan biri oldugu soylenebilir. Ancak dinî bir mahiyete sahip olmadigi gibi, hukukî bir problem olan devlet baskanliginin, ozellikle Si`a’nin, onu dinin rukunlerinden kabul etmesi ve diger mezheplerin de, Si`a’ya cevap verebilmek icin meseleyi dinin asillariyla ilgili problemlerin tartisildigi kelam konulari arasinda ele almasi sonucunda, dinî bir makam gibi algilanmis oldugu gorulmektedir. Siyasetin en esasli konusunun dinî bir mahiyette algilanmasinin ise siyasete iliskin butun konularin da dinî bir mahiyet kazanmasina sebep oldugu kabul edilebilir.
Fukahanin devlet baskanligini ifade etmek uzere imam, halîfe ve emiru’l-mu’minîn terimlerini kullanilmakta oldugu gorulmektedir. Sozlukte kastetmek, arzu etmek, ana edinmek anlamindaki e-m-m fiilinden turetilen el-imam kelimesi on, baskan, namaz kildiran kimse, kendisine uyulan anlamina gelmektedir Nitekim kelimenin Kur’an-i Kerîm’de de onder, lider, baskan gibi anlamlarda kullanilmis oldugunu gormekteyiz (bkz. ISRÂ, (17), 71; HÛD, (11), 17; FURKAN, (25), 74.). Arka, sirt, birini takip etmek, birine vekillik etmek, birinin ardindan gitmek anlamindaki Arapca h-l-f fiilinden turetilen el-halîfetu kelimesi de sozlukte, kendisinden onceki kimseyi takip eden, en buyuk yonetici, manalarina gelmektedir. Kelime Kur’an-i Kerîm’de iki yerde tekil olarak, yedi yerde de halâif ve hulefâ seklinde cogul olarak gecmektedir. Tekil olarak gectigi yerlerden birinde, Allah’in yeryuzundeki temsilcisi anlaminda (bkz. Bakara, 2/30), digerinde Hz. Davud’un yeryuzunde Allah’in temsilcisi secilmis oldugu anlaminda kullanilmistir (bkz. Sad, 38/26). Cogul olarak gectigi yerlerde ise genellikle Muslumanlarin yeryuzunde Allah’in temsilcisi kilinmasi (bkz. EN`AM, (6), 165; YUNUS, (10), 14; FÂTIR, (35), 39), bazen de bazi kavimlere temsilci olan milletler anlaminda kullanilmis oldugu gorulmektedir (bkz. A`RAF, (7), 69, 74).
Devlet baskanina alem olan terimlerden ucuncusu de Emîru’l-Mu’minîn’dir. Ilk once Hz. Omer zamaninda kullanilmaya baslanilan “mu’minlerin yoneticisi” anlamindaki bu terim, nehyin zitti, bir seyin yapilmasini istemek anlamindaki e-m-r fiilinden turetilen ve baskan, yonetimle ilgili konularda emrinin nufuzu olan kisi manasina gelen el-emîr kelimesinin, mu’minlere izafeten kullanilmasiyla meydana gelmektedir.
Islâm alimlerinin, devlet baskanligini ifade etmek icin genellikle imam ve halîfe terimlerini kullanmis olduklari gorulmektedir. Her iki kelimenin de Muslumanlarin din ve dunyaya iliskin islerinin yurutulmesi hususunda seriat sahibine naiplik etmek anlaminda kullanilmis oldugu soylenebilir. Hz. Muhammed (S.A.S.)’den sonra onun yerine gecerek nubuvvet haric diger butun peygamberî fonksiyonlari yerine getirme yetkisini tasiyan kisiye verilen isim olan halîfe ve imam kelimelerine istinaden ortaya cikan yonetim bicimine de Hilâfet ya da Imamet denilmistir.
Islâm hukuku acisindan devlet, toplum maslahatinin gerceklestirilmesinde bir vasita seklinde degerlendirildiginden dolayi; devlet baskanligi kurumunun da, toplum hayatinin duzenlenebilmesinde gerekli olan otoritenin saglanmasi icin, Islâm toplumunun sosyal hayatinin sekillenisinde peygamberin ortaya koydugu modele uygun olarak toplumu sevk ve idare eden bir memur (vekil) mahiyetinde olmasi gerektigi akla gelmektedir. Bunun, bir anlamda peygamberin tesis etmis oldugu siyasi yapilanmanin bozulmasina musaade etmeyecek bir bekci baskani deyimledigi dusunulebilir.
Devletin ve devlet baskaninin zorunlu olarak var olmasi konusunda Islâm mezhepleri arasinda ittifak olmasina ragmen, devlet baskaninin kim olacagi ve goreve nasil gelecegi konularinda ihtilaf vardir. Ihtilafin pratik neticesi olarak farkli mezheplerin, farkli gorusler ileri surmus olduklari gorulmektedir. Temelde Arap asabiyet dusuncesinin ya da kabile mantiginin siyasal hayata etkileri olarak da degerlendirilmesi mumkun olan bu ihtilaf, devlet baskanligi makamina gelecek kimsenin bu makama nasil geleceginin belirli ilke ve prensipler dogrultusunda ortaya konulmasinin onunde engel olmustur tespiti yapilabilir.
(Genis bilgi icin bkz. Ali Duman, Islam Hukukuna Gore Siyasi Fikir Hurriyeti, (Basilmamis Doktora Tezi) Konya, 1999)

  ISLAM TARIHINDE SECIM USULU
Islamda devlet baskanligi kurumu yani Halifelik hakkinda yazdigimiz yazida da degindigimiz gibi, Islam siyasal bir sistem olmadigi gibi, herhangi bir yonetim bicimini de emretmemistir. Dolayisiyla yazimizda “Islamda secim usulu gibi bir baslik yerine Islam Tarihinde Secim Usulu basligini tercih etmemizin temel sebebi budur. Islam tarihini bu yonuyle ele aldigimizda, gunumuz modern devlet anlayisinda oldugu gibi bir secim sisteminin varligindan bahsetmek mumkun degildir. Zira Islam tarihinde ortaya cikmis yonetim bicimleri arasinda secim ortamini gerektirecek bir tanesi ortaya cikmis degildir. Tek tek ele alinacak olursa;
1. Islam tarihinde ortaya cikmis ilk yonetim bicimi Hz. Muhammedin yoneticiligidir, ki temelde Hz. Muhammed ne devlet baskani olmak amaciyla ortaya cikmistir, ne de yonetici olmak gibi irade ortaya koymustur. Ancak icinde bulundugu donemin sartlari onun devlet baskani olarak hareket etmesini kacinilmaz kilmistir. Soz konusu yoneticilikte soz konusu olan Hz. Muhammed ayni zamanda Allah Resulu oldugu icin, onun yasadigi donemde herhangi bir secim sisteminde bahsetmek mumkun degildir.
2. Islam tarihinde ortaya cikmis ikinci yonetim bicimi Hz. Peygamberin vefatinin hemen ardindan ortaya cikmis olan ve Islamiyet oncesi Arap cahiliye doneminin izlerini icinde barindiran Halifeliktir. Halifelik sisteminde de, her ne kadar Islam Hukukculari uc yada dort bicimde iktidara gelme yontemlerinden bahsediyor olsalar da, bugunku anlamda bir secim anlayisindan bahsedilemez.
3. Ucuncu yonetim bicimi iktidarin babadan ogula devri demek olan Saltanattir. Bunda da bir secim soz konusu olamaz.
4. Dorduncusu basini Turkiye cumhuriyetinin cektigi, halkin katilimini esas alan Cumhuriyet turu yonetim bicimidir ki, cumhuriyet turu yonetim bicimleri ancak demokratik oldugu zaman secim soz konusu olabilmektedir. Nitekim Arap-Islam aleminin cogunlugunun yonetim bicimi cumhuriyet olmasina ragmen, demokratik olmaktan uzak olduklari icin buralarda yapilan secimlerin gostermelik oldugu gorulmektedir.
Biz bu yazimizda, Islam tarihinde ortaya cikmis yonetim bicimleri icerisinde Islamin yonetim bicimi olarak one cikarilmis bulunan Halifelik-secim iliskisini ele almayi amaclamaktayiz.
Islam devlet teorisinde iktidara gelebilmek icin temelde uc gorus ortaya cikmistir. Bunlardan birincisi basta Hariciler ve Ehl-i sunnet olmak uzere ummetin cogunlugu tarafindan sauvnulan devlet baskanini secmek ummet uzerine vaciptir (ihtiyar) gorusu, ikincisi Si`anin savundugu devlet baskanini secmek Allah uzerine vaciptir gorusu ve ucuncusu de Haricilerin Necedat kolu tarafindan ileri surulmus olan ve pek taraftari bulunmayan devlet baskaninin bulunmasina gerek yoktur gorusudur.
Birinci gorusu savunan cogunluga gore bu goreve gelecek kisi secimle is basina gelmelidir. Bu gorus sahiplerinden Hariciler ile Ehl-i Sunnet arasinda yaklasim farkliligi vardir. Soyle ki: Hariciler devlet baskaninin aile, soy, sinif farki olmaksizin muslumanlarin herhangi biri tarafindan yapilabilecek oldugunu savunurlar, dolayisiyla onlara gore bu secimde butun muslumanlarin soz sahibi olmalari gerekir. Ehl-i Sunnet ise devlet baskanini sececek kimselerin, devlet baskanligi gorevini yurutebilecek nitelikte kimseler olmasi gerektigini (ehl-i hal ve akd) savunurlar. Dolayisiyla Ehl-i Sunnete gore devlet baskaninin bulunmasi farzken, devlet baskanini secmek gorevi farz-i kifaye, yani toplumun bir kesiminin yerine getirmesiyle sorumlulugun toplumun tamamindan dustugu bir farzdir. Ehl-i hal ve Akd devlet baskanini secer ve halk ona bey`at eder. Bey`at ise bir fikih terimi olarak devlet baskanina temsil ve tasarruf yetkisi verme anlamina gelir.
Her ne kadar bey`ati bir secim gibi degerlendiren bazi arastirmacilar varsa da temelde bey`at bir secim olarak degil, belki guveoyu olarak degerlendirilebilir. Bey`at secim olarak degerlendirilemez cunku, bey`atla yoneticiye itaat sozu veren halkin, kotu yonetimle karsilastiginda yoneticiyi gorevden alma yetkisi yoktur. Hatta Ehl-i sunnet anlayisina gore yonetici zalim bile olsa itaat farz oldugu icin, yoneticinin her turlu haline, yani beceriksizligine, zulmune bile halkin itiraz etme, kabul etmeme hakki yoktur.
Halbuki yoneticiye itaat ilke olarak belirleyen Allaha itaat edin, peygambere ve icinizden yetki sahiplerine itaat ayetteki itatin ne oldugu konusunda Hz. Muhammed marufu (iyiligi) emrettigi surece itaat ediniz diyerek aciklik getirmistir. Yoneticiye iyiligi emrettigi surece olmasi gereken itaat Ehl-i Sunnette her durumda itaate donusmus ve boyleece Islamin ana kaynaklari olan Kuran ve sunnette acikca ortaya konulmus olan ilkeler ihlal edilmistir. Ustelik insanlarin bir taragin disleri gibi birbirine esit oldugu, ustunlugun ancak takva ile oldugu bicimindeki hukumler de Ehl-i sunnet tarafindan ihlal edilerek Islam toplumun meydana getiren butun bireylerin oy hakki eldinden alinmis olmaktadir.
Butun bunlardan cikarilabilecek netice sudur: aslinda Islamin ana kaynaklarinda yer alan danisma, istisare, secim, herkesin soz hakki olmasi, fikir ve soz hurriyeti gibi temel ilkeler, toplumun maslahati adi altinda, hakim olan anlayislar tarafindan ihlal edilmis, ortadan kaldirilmistir. Kuran ve Sunnete gore musluman toplumu kendi yoneticilerine secme hakkina sahiptir, ona itaat etmekle de yukumludur, ancak bu itaat iyilik surdugu surecedir, aksi durumda itaatin yerini itiraz ve hatta isyan alabilecektir. Devlet baskanini secmekte ise butun ummetin soz hakki olmalidir.


LAIKLIK SADECE DIN ISLERINI DEVLET ISLERINE KARISTIRMAMAK DEGILDIR, O AYNI ZAMANDA DIN HURRIYETININ GARANTISI OLARAK, DEVLETIN DE DIN ISLERINE MUDAHIL OLMAMASI ANLAMINDADIR.
  LAIKLIK Image Hosted by ImageShack.us



Ulkemizin gundeminden hic dusmeyen konulardan biri de Laikliktir. Her ne zaman Islam’la veya dinle ilgili herhangi bir polemik ciksa, hemen ardindan laiklikle ilgili polemikler de gelir. Hani bu feryatlari duyunca aklima, Osmanli donemi asalak ulemasinin “Din elden gidiyor” feryatlari gelmiyor degil! O zamanlarda herhangi bir yenilik yapilmaya kalksa, medrese hocalari hemen “Din elden gidiyor” diye yaygara cikarirlarmis. Hatta ders verilen siniflara sira konulmasi gundeme geldiginde, hocalar bunu seriata aykiri bularak kabul etmek istememisler. Iste bugunku “Laiklik elden gidiyor” feryatlari da buna benziyor.
Son gunlerde mecliste baslayan “Universite Affi” tasarisi, yine laiklik meselesini ulkemizin gundemine tasimistir. “Bu tasariyla basortululere af cikarilmak isteniyor, laiklik elden gidiyor” feryatlari yine ortaligi kasip kavuruyor. Gercekten oyle mi acaba? Laiklik elden mi gidiyor? Laiklik elden giderse ne olur? Sahi nedir bu laiklik? Hic bunlara kafa yoran yok. Laikligin “L”sinden haberi olmayan insanlar, Osmanli doneminde “Din elden gidiyor” feryatlarinda oldugu gibi, bugun de “Laiklik elden gidiyor” feryatlari yukseliyor.
Kavram kargasasinin alip yurudugu ulkemizde, anayasamizda yer almasina ragmen, bu kavramin orada da bir taniminin olmamasi hem sasirtici, hem de dusundurucu; artik Laikligin tanimlanmasi zamani gelmiste geciyor. …

Laiklik Nedir?
Laik (Laique) kelimesi dilimize Fransizcadan gecmistir. Kelime olarak kiliseye mensup olan din adamlarinin, ki bunlara Clerici denir, disinda kalan her ferde Laique denir. Yani dinle ilgili olmayan, ruhban sinifindan olmayan kimseler Laique’dir. Fakat kelime bu anlamiyla yuzlerce yil kullanilmis olsa da ozellikle 1789 Fransiz ihtilalinden sonra baska bir anlama gelmek uzere kullanilmaya baslanmistir. Bu sekliyle laiklik, kilisenin devlet islerinden elini cektirmek uzere uygulamaya konulan idare bicimi demektir. Ortacaglardan bu yana kilisenin devlet otoritesiyle birleserek ve zamanla devlet otoritesini ele gecirerek gerceklestirmis oldugu baskici, zalim yonetim tarzini ortadan kaldirmak amaciyla, kiliseye karsi baslatilan ozgurlesme politikasi laiklik olarak isimlendirilmistir.
Daha sonraki yillarda mesela 1905’te Fransa Meclisi laikligi “Din islerinin devlet islerinden ayrilmasi” yani “din islerinin devlet islerinden, devlet islerinin de din islerinden bagimsizlastirilmasi” anlaminda degerlendirmistir. Bugun de Bati’da laiklik ayni anlama gelmek uzere “Dinin devlet, devletin din islerine karismamasi, devletin islerinde dinden, dinin de kendi islerinde devletten bagimsizlastirilmasi” olarak kabul edilmektedir.
Bu tanimlama laikligin siyasal bakimdan yorumlanmasidir. Bundan baska felsefi, sosyolojik ve hukuki alanlarda da laikligin cesitli sekillerde tanimlanmis oldugunu gormekteyiz.
Ulkemizde de baslangicta “din islerinin devlet islerinden ayrilmasi” seklinde yorumlanan laiklik, daha sonra laiklik yorumlarindaki zenginligin artmasi sebebiyle, “dinin devlet, devletin din islerine karismamasi” seklinde anlasilmaya baslanmistir. Fakat laikligin bu sekilde anlasilisi daha cok akademik camiadadir, yani devlet ve devlete ait kurumlardaki laiklik anlayisi bu sekilde degildir. Dogrusunu soylemek gerekirse, devlet ve devlete ait kurumlardaki laiklik anlayisi, o kurumlarin basina gelen yoneticilerin dunya gorusune gore degisebilmektedir. Belki bu sebepten olacak Turkiye Cumhuriyeti anayasasina laikligin tanimi girmemistir.
Bugun icin bir laiklik tanimi vermek gerekirse, laikligin felsefi anlamindan hareketle “devletin butun din, felsefi anlayis, mezhep ve ekoller karsisindan tarafsiz bir tutum izlemesi ve kendine ait islerde beseri otoriteyi esas almasi” seklinde tanimlamak mumkundur. Bu tanimlama laikligin “din hurriyetinin garantisi” bir kavram oldugunu gostermektedir. Asli itibariyle de laik devlet, herhangi bir dini inanca sahip olmadigi gibi, butun dinler karsisinda objektif tutum gosteren ve fakat vatandaslarinin mensup oldugu turlu dinlerle ilgili olarak dini ihtiyaclarini, mesela din egitimi, ibadet hurriyeti, dini nesriyat vs., karsilamayi ustlenen devlet demektir.
Laikligin bu sekilde tanimlanmasi, devletin yasama faaliyetlerinde dini kaynaklara dayanarak kanun cikaramayacagi anlamina gelmekle beraber, eger devletin cikaracagi kanun din tarafindan da istenilen, begenilen bir seyse, bunun dini kaynaklara dayandirildigini iddia etmek sacmalamak olur. Mesela devlet hirsizlikla ilgili bir yasa cikarsa, din de hirsizligi yasakliyor olsa, o zaman hirsizligi yasaklayan yasa, devleti din kurallarina gore yonetmektir denilebilir mi?. (Cevabiniza bagli olarak); yani dinin herhangi bir alandaki duzenlemesiyle, devletin herhangi bir alandaki duzenlemesinin ortusmesi, ne dinin devlet islerine, ne de devletin din islerine karismasi anlamina gelmez.
Islâm soz konusu oldugunda laikligin muhtevasi, Islâm’a uygunlugu gibi konular tartisma alanina cikmaktadir. Ileri yazilarimizda bu konuyu ele alacagimiz icin burada Islâm-Laiklik iliskisine girmemeyi tercih ediyor, sadece laikligin, olan ve olmasi gereken tanimlariyla yetiniyoruz.